Pazar, Ocak 13, 2013

41 kere Maşallah!


41. (yazıyla kırk birinci) köftehorumuzu hoşgellediğimiz şu günlerde (tişikkirler mit :)) bloga internet aramalarında nasıl ve ne yolla ulaşıldığını bakın yukarıda görüyorsunuz. Ben arayanların aratanların yalancısıyım sevgili okur, goygoyumuz bol buyur sen de katıl. "Get on well" kısmına çok kafa yormadım, belki "bak bu kızla iyi geçin yoksa dalağını patlatır" anlamına geliyor olabilir, ben uyaranların yalancıyısım. 

Bunun dışında, aslında blogda uzun süredir kendimle ilgili çok şey paylaşmadığımı fark ettim. Tabii anlatıyorum bir şeyler, etkinlikti dıydı vs. ama hep "dış" etkenler bunlar. Eskiden daha çok yazardım "iç" meselelerimi, dökerdim her şeyi. Neredeyse 8 (yazıyla sekiz) senedir en abidik gubidik, en içsel meselelerini elin 7 (yazıyla yedi) kat yabancısına anlatmakta sakınca görmeyen ben, tanınmaya ve tanıdıklarca takip edilmeye başlanınca bi huylanmalar hallenmeler oldu bende. Hayatım boyunca şeffaf bi insan oldum, "içim dışım bir" saçmalığı yüzünden değil, salak gibi her şeyimi herkese anlattığım için. Ve büyüdükçe (!!), büyüklerin o saçma dünyası içine girdikçe anladım ne kadar hatalı olduğumu. İnsanlar sinsi, çıkarcı, yalancı, iki yüzlü, kötü kalpli ve art niyetli çünkü. Sizi iyice paranoyak etmeden bırakmıyorlar. Sonunda işi etkinlik için gittiğin okulda sunum dosyasını hazırlaması için usb'ni verdiğin kişinin belleğin içindeki dosyaları alıp kopyalamasından ve ileride kendi lehine kullanmasından kıllanmaya kadar vardırıyorsunuz. (Ha bunu da özellikle anlattım ki yarın bigün bi yamuk olursa ahan da burdan duyurmuştum diyeceğim, yuh ki ne yuh!) 

Ama aslında işler hiç böyle değil sevgili okuryan. Çünkü başkaları yüzünden kendin olamamaya başlarsan bu hayatı kendine zindan edersin. Öte yandan içini her yerde herkese dökersen de kendi cehennemini yaratırsın. Peki ne yapacağız o zaman? Toptan kafaları yemesek? 

Valla yesek de, yemesek de bu kafa bizim (bu kafa, bu kafalar bizim, onları koruyalım kamu spotu gibi oldu bu ne lan!!!); yani demek istiyorum ki, önemli olan kafanın rahatlığı, içinin huzuru, kalbinin ferahlığı. Her lafa cevap vermiicen, her kaşınanı kaşımiican, her topa girmiicen, her olaya dahil olmiican, her şeye atlamiican, her şeye alınmiican, her şeyini herkesle paylaşmiican, herkesle dost olmiican, herkesle düşman da olmiican, her zaman da goygoya vurmiican, anladın mı hafızcan? ;)

Hadi ben kaçar, sizi de öperler!

Cumartesi, Ocak 05, 2013

DIY2013

Yılın ilk DIY projesiyle karşınızdayım sevgili köftehorlar. Uzun zamandır şööle hakkatli bir DIY yapmamıştık, kendimizi işe güce vermiştik. Eh dıylarımızı da özlemiştik, ne yalan söyliim. O yüzden bekletmeden başlıyorum. Başlıyorum ama acep nedir bu recep?

Fotoğraftan anlamış olacağınız gibi kendisi şeker mi şeker bir sünger baskı, hobi şeysilerinde bulabilirsiniz onlardan. Tabii yanında boyamızı da unutmuyoruz, ben bir süre önce bir kutu kumaş boyası almıştım ve ilk denememi de beyaz bir yastık kılıfında yapmak istedim. Yatağın üstünde boş boş duruyordu, gel bakayım buraya dedim ve başladım.

İşlem basit, kumaş boyasını metal olmayan bir kapta suyla seyreltiyorsunuz. Kıvam size kalmış, sonra sünger baskıya sürüp kumaşın üzerine bastırıyorsunuz. Tıpkı ilkokuldaki pattes baskı gibi, çok eğlenceli :))

Yastık kılıfının diğer tarafını da hemen yapacağım için ters çevirmeden önce dudak desenlerimi biraz makineyle kuruttum. Zaten ıslak öpücük sevmem, iyi oldu :P

Diğer taraf için de kalpli deseni seçtim, pembe renkle aynen devam ettim.

Bu sefer özellikle kurutmaya gerek görmedim. Gazetenin üzerinde bıraktım, arada ters yüz yaptım. Bir iki saat kendi haline bırakınca kuruyup boyayı çekiyor zaten kumaş. Sonrasında elde bir sudan geçirdim. Açıkçası boya baya akar sanıyordum ama hiç akmadı. Pembe biraz açıldı ama hiç dağılmadı, bulaşmadı.

Ve sonuç! Arada ilk deneyimin acemilikleri olsa da gayet temiz ve güzel bir iş çıktı.

Sevgi dolu yastığımız da arkadaşlarının yanındaki yerini aldı. Hepimiz çok mutluyuz :))

Darısı nice dıyların başına muck muck!